“Her yalan birbirine benzer, çünkü mutlaka bir inananı vardır.”
Kamboçya Atasözü
Saat geceyarısına göz kırpmak üzereyken, açık camdan içeri sökün eden kokoreçin kokusuyla irkildi bünyem. O anda farkettiğim açlığımla beraber kokoreççinin sesi, eşsiz bir güzellikte çınlıyordu kulağımda. Sonunda midemin beni götürdüğü yere yani iki kat aşağıya indim. Kokunun cazibesine kapılan ikisi üniversiteli dört adam o seyyarın kölesi olmuştuk artık. Zaten kokoreççi de durumun kendisine sağladığı avantajın farkına varmış olacaktı ki bir orkestra şefi edasıyla baharatları artistik biçimde savuruyor, yarım ekmekleri hazırlıyordu. Ben, yarım ekmeğin güzelliğini seyre dalmışken, diğer üniversiteli genco “ah bi de bira olaydı ne de güzel giderdi bee” deyince “ayran var yeğenim, vereyim bir tane hemen” diye lafa atıldı kokoreççi usta. Teklif pek rağbet görmedi, zaten yarımlar da bitince grubun havası dağılmıştı. Adeta gazı kaçmış kolaya dönmüştük, biz de bu olay üzerine ustaya selam ederek olaysız dağılmayı tercih ettik.
Tok karnım, düzgün psikolojim ve aldığım bir sürü kalori ile çıktım merdivenlerden. Eve girer girmez de hemen bir soda açtım fazla kilo almamak adına. O ana kadar içinde bulunduğum pembe tablo, cep telefonumun iğnelercesine çalan melodisi marifeti ile bozuldu..
“Tam dört sefer aradım nerdesin sen?” diye sordu sevdiceğim, “yemekteydim” dedim. Önce bu saatte yemek yersem g.tü göbeği salacağımı kibar bir dille anlattı sonra da menüyü sordu. Aldığı cevaptan da hiç memnun kalmadı. Dünyanın en zor durumlarından biri; kokoreçi neden sevdiğinizi anlatmaktır. Dinleyen anlamaz, anlatan beceremez. Sürekli havada kalır cümleler. Başıma gelen bela, tam anlamıyla buydu.
Konuşma uzadıkça, konu başka mecralara kaydı ister istemez. Önce bir onbeş dakika kadar okul tatile girince nasıl görüşeceğimizi planladık: ben onun memleketine gidiyor, onu görüp geri dönüyordum. Belki de ikimiz birden bu kadar özverili olduğumuz için bu ilişki epey dayanabilmişti. Sonra konu döndü, dolaştı, bekledi, çevresinde voltalar attı ve ilişkinin geleceğine saplandı. Üç aylık bir münasebetle ilgili ne tür bir gelecek tahmini onu mutlu eder bilemediğimden esnaf ağzıyla “kısmet bakalım be!” dedim, demez olaydım. Ben sorumsuzdum, ben bizi düşünmüyordum, Allah benim belamı vereydi!
Bir saattir konuşuyorduk, beynim burnumdan akmak üzereydi fakat onun umrunda değildi. Bir türlü hıncı bitmiyor, saydıkça sayıyordu. Sussun diye alttan alıyordum, sallamıyordu. Derken ufak çaplı bir mucize yaşandı. Bu konuları konuşmaktan sıkıldığını ve başına ağrılar girdiğini, daha da konuşmayacağını söyledi ve telefonu yüzüme kapadı.
Birden sessizlik kapladı evin duvarlarını, içim huzurla doldu. “Sükunetin gözünü seveyim” dedim içimden ve pencereye doğru seyirttim; kokoreççi hala aynı yerinde duruyordu...