“Yetim hırsızlığa çıktığında ay akşamdan doğarmış”
Bütün hafta boyunca yağmur bekledim. Şöyle bi yağsın, rahatlasın, polenler ortadan kaybolsun ben de rahatlayayım dedim ama nafile. Koca hafta tek damla düşmedi gökten. Kısmet dedim, bekledim. Tuttu ertesi haftanın ilk günü, yani tek sınavımın olduğu gün yağdı, çok ıslandım. Hatta ıslanmakla kalmadım, sıçana döndüm. Yağmur suları paçamdan aktı. Bu olaydan sonra hava olayları ile ilgili beklentiye girmemeye karar verdim. Bugüne kadar…
Nefis bir cuma akşamını alerji illeti yüzünden odada geçirmek zorunda kaldım. Hapşırmaktan, öksürmekten bitap düştüm. Bilgisayar başında saatlerimi katlettim. Geceyarısına doğru hafiften bi düzelir gibi oldum, o ara yemek yedik oda arkadaşımla. Kalktım, bulaşıkları da yıkadım. Bir saat öncesine kadar yastığı uzaktan göstersen uyuyacak olan ben, birden canlandım dirildim. Bulaşık bana hayat vermişti!
Oturmanın b.kunu çıkarmıştık. Saat 05.00 sularıydı. Birden ilahi bir mesaj gelmiş gibi “Okan yarın kitap fuarına gidelim lan” dedim. Yüzüme baktı ve “gideriz hacı” dedi. Kafamda küçük çaplı bir plan daha yaptım, ezanla beraber yatış moduna geçtim. “Öğlen” kalktığımda İzmir’in klasik rüzgarlı günlerinden biri yaşanıyordu. Sersemliği üstümden attım, hazırlanıp gitmeye niyet eyledik. “Hala rüzgar var mı lan” sorusu ile cama yöneldim ve yere düşen ilk damlayı gördüm. Yağmur başlamıştı!
Canım yağmur, gülüm yağmur son zamanlarda dizi karakterlerinin kavuşmasını engelleyen kötü adamlar gibi, oyunların geçilmesi zor bölüm sonu canavarları gibi bir şey olmuştu. 15.00 civarı “birazdan diner” diye beklemeye başladık. Yaklaşık 17.15 civarı odadan çıkıyorduk ve yağmur dinmemiş, azalmıştı. Güç bela fuara ulaştık, işimizi hallettik ve köye döndük. Odada, fuardan topladığımız “ganimetleri” incelerken kapı çaldı. Çocuğun biri geldi, tencere istedi. “Kirli” dedik, ben yıkarım dedi. Yetmedi üstüne kaşığı da aldı gitti. Okan, giden çocuğun arkasından bana “Kim lan bu denyo?” gibilerinden bir bakış atmıştı ki çocuk yine geldi. Alt bölmeden bıçağı da alıp tüydü. Odayı market gibi kullandığı yetmezmiş gibi üstüne de “Ya benim oda 106 haberiniz olsun” şeklinde gereksiz bir cümle kurmuştu. Nedeni neydi? Uzaktan paket servis elemanı gibi mi duruyorduk? Karar vermiştik, bir dahaki gelişinde dövecektik çocuğu. Kafamda sebebini bile belirlemiştim: Tencere pisti! Neticede bulaşıkları ben yıkıyordum, bu manzaraya katlanamazdım!
Aradan yarım saat geçti, çocuk tencereyi köşeye koydu yarım ağızla teşekkürünü de edip kayboldu ortadan. Dayak için sebep üretmeye bile zaman kalmamıştı. Biz de cahilliğine verdik, kapattık mevzuyu. Bu esnada yine bulaşık çıkmıştı ortaya. Garip bir şekilde sürekli ben yıkamak istiyordum bulaşığı. Yıkamak bana iyi geliyordu. Çünkü yapacak başka bir şey yoktu. Ya aylak bakkalın yaptığını yapacaktım ya da bulaşık yıkayacaktım. Bu keskin yol ayrımında ben ikincisini seçmiştim. Ve yine sünger elimdeydi. Bu sefer o denyoyu dövmek için haklıydım. Çünkü tencereyi pis getirmişti…