Beyaz renkli dış kapının bülbül ötüşlü kapı zili, ısrarlarım sonucu ciyak ciyak bağırırken sonunda açtı kapıyı. “Ağaç oldum arkadaş. Vakitlice açsana şu mübarek kapıyı!” dedim. Bir süre yüzüme baktı, sonra tekli koltuğuna oturup eline aldığı sararmış gazeteye derinlemesine daldı. “Aloo kime diyorum ben. Bi bak hele” dedim ama nafile, iplemedi beni. “Bu sefer ne buldun?” dedim. “1975 yılında şehir merkezinde olan fakat sonra kaldırılan bir üst geçit olduğunu öğrendim. Onu araştırıyorum.” dedi.
Sünnet olduktan sonra evde yatarken; sıkılmasın, oyalansın diye eline tutuşturulan Tercüman gazetesinin padişah albümleri marifeti ile tarih dünyasına adım atan abim, kendimi bildim bileli bu yoldan ayrılmadı. “Padişah manyağı” dendi, “Deli” dendi, bin türlü şey söylendi ama abim, tarih merakını hiçbir zaman sonlandırmadı. Biz, futbolcu çıkartmaları biriktirirken O, “Baltalimanı Antlaşması”nın sebep ve sonuçlarını araştırırdı. Öğrenince de bundan büyük bir zevk duyardı. Okul hayatı boyunca orta olan diğer derslerinin yanında bir güneş gibi parlayan tarih notları herhalde babamın da ilgisini çekiyordu ki önce telkin yoluyla, sonra lazım olduğu ölçüde cebir ile kendisine müfredattaki diğer derslerden de bahsederdi. Bu uyarıların hiçbir zaman etkili olmadığını üniversite sınavında canlı olarak tatbik etmiştik. Tulum çıkarttığı tarih sorularının aksine, özensiz cevap verdiği diğer sorular abimin sınavda patlamasını sağlamış; üniversite de hayal olmuştu. Babam da inadından bir daha sınava sokmayınca ailemizin akıl küpü, dış dünya ile buluşamadan evde kalmış oldu.
Abim, önce Osmanlı İmparatorluğu’nu hatmetti. Tonla kitap okudu, ansiklopedi karıştırdı. Hatta öyle ki, lisedeyken tarih öğretmeni ile bilmem ne savaşının tarihi konusunda tartışmaya girdiğini, sonunda da kendinin kazandığını böbürlenerek anlatırdı. Daha sonra, işyerindeki bir arkadaşının da telkinleri yardımıyla yaşadığı şehrin tarihi üzerine merak saldı. Önceleri eski evleri gezerek, müze dolaşarak yaptığı araştırmalar, eline geçen eski mecmualar ve gazeteleri didiklemesi ile bambaşka bir hal aldı. Yaklaşık on kişilik bir arkadaş grubu ile haftanın bir günü toplanıp tarih konuşmaları yapıyorlar, bazı binaların yeniden yapımı için de belediyeye dilekçe gönderiyorlardı en son, şimdi ne oldu bilemiyorum.
Bir süre camdan dışarı baktım, canım sıkılınca “Abi be bu evin yerinde eskiden ne varmış acaba?” diye sordum, sormaz olaydım. “Bu ev Osmanlı döneminde yapılmış aslen, eski bir Rum eviymiş ama sahipleri devredince alan adam yıkıp bu evi yapmış” dedi. Bitti zannettim, bitmemiş. Daha sonra bana Osmanlı zamanında şehirdeki azınlıkların hangi semtlerde oturduklarını, nerelere gittiklerini falan anlattı. En son ruhum sıkıldı, “Yeter ulan” diye bağırdım. “Ne bağırıyosun lan hayvan” diye karşılık verdi. Ben de çemkire çemkire hayatını böyle şeylerle çarçur ettiğini, bunların bir boka yaramayacağını, sonuçta belediyenin ona şehrin anahtarını vermeyeceğini anlattım. Cevap vermedi, daha sonra da “Bak Çinkolu Kahve sokak eskiden nasılmış” dedi. “Ora nere yahu?” diye sordum, bir güzel yerini tarif etti. Üstüne de resimlerini gösterdi. Sonra da akşama kadar nerde tarihi yapı varsa mimarına varana kadar teker teker anlattı. Vakit ilerleyince abimle beraber tarihi katledenlere küfrettik. Ecdadın eserleri, aramızdaki temellerin sağlamlaşmasına vesile olmuştu. Ecdat sağolsundu.. Abim de manyaktı falan ama sonuçta iyi adamdı..