2 Ağustos 2011 Salı

Anket doldurmak için dergi satın almak zorunda değilsiniz! İşte size ucuz yollu bir anket. Nefasetle doldurunuz efenim..

HANGİ MEVSİMSİN?

1-Şimdi bi dondurma olacaktı şurada…

a-) Of olsa da yesek
b-) Dişlerim donar ben yiyemem ama sen ye
c-) Kaç paradır ki?
d-) Hiç sevmem.
e-) Bana uyar bir de arkadaşlara soralım.

2-Çocuğunuza bir ay ismi verseniz hangisi olurdu?

a-) Ağustos
b-) Şubat
c-) Pas
d-) Bu nasıl soru lan?
e-) Eşime danışmam lazım.

3-Kışın Uludağ’da kayak keyfine ne dersiniz?

a-) Soğuktur hacı şimdi oraları
b-) Temiz hava, doğal ortam.. Adımı yazın benim.
c-) Bilemedim şimdi böyle aniden sorunca
d-) Boşuna masraf şimdi boşver.
e-) Çocuklarım olmadan asla..

4-Televizyondaki yaz tatili haberleri sizi ne kadar ilgilendiriyor?

a-) Parası olan eğleniyo abi..
b-) Günah
c-) Sahiller, plajlar, kızlar. Uuu beybi.
d-) Biz tv izlemiyoruz. Arada belgesel falan..
e-) Hiç konuşmadık ki biz bunu.

5- Çocuklarınız tatil diye tutturdu. E sizin de gönlünüz var gibi. Hangi ayı seçersiniz?

a-) Kesin haziran. Şöyle bi yaz sıcağında denize girelim.
b-) Kesin mart. Ölü sezon ucuz da olur hem..
c-) Kredi kartına kaç taksit?
d-) Çocukların ağzına iki tane çarparım. Yok lan tatil falan eşek sıpaları!
e-) Ben bilmem beyim bilir.

ŞIKLARA ORANLA KARAKTER ANALİZİ:

A’LAR ÇOĞUNLUKTAYSA ( Ağustos Böceğigiller): İşiniz gücünüz tatil. Azıcık adam olun, eliniz ekmek tutsun. Kaç yaşına geldiniz hala antin kuntin işler. Ayıp. Gerçekten ayıp..

B’LER ÇOĞUNLUKTAYSA (Kutup İnsanları): Soğuğu seven, cebini düşünen, her daim serinlik yanlısı birisiniz. Bu haliniz dışarıdan soğuk görünmenize yol açıyor. Yükselen burcunuza dikkat edin. Jüpiter bu hafta sizin sokağa da uğrayabilir.

C’LER ÇOĞUNLUKTAYSA: (Ne Şiş Yansın Ne Kebap Salonu): Orta yolu aramaktan bitap düşmüşsünüz. Ah şu parasızlığın gözü kör olsun. Hem bütçeyi sarsmamak hem de eğlenmek istiyorsanız sizi lunaparka bekleriz..

D’LER ÇOĞUNLUKTAYSA (İnsan Değilsiniz): Bir kere verdiğiniz cevaplar size karşı bir antipati oluşturdu bizde. Sizde bi sorun var ama biz çözemedik. Çıkın bi hava alın gelin. Hayat böyle geçmez.

E’LER ÇOĞUNLUKTAYSA (Siz Saksı Değilsiniz): Evet siz saksı değilsiniz. En çok size soracaklar. Artık görüş beyan etme sırası sizde. Şimdi yumruğunuzu masaya vurun ve “gröarrrh” deyin (ya da buna benzer bir şey). Gücünüzün farkına varın, onlar da varsın. Devir değişti. Akıllı olacak herkes.. Yürü be koçum..

20 Nisan 2011 Çarşamba

amorti

Göz gördü, gönül katlandı gitti aşkını itiraf etti utana sıkıla bakkalın sokağındaki yeşil evde oturan kıza. Baştan cevap alamasa da sonraları açıldı bu münasebet. Okula da beraber gidiyorlardı. İkisi de gereğinden fazla biliyordu her şeyi. Yaşıtlarından biraz ilerdeydiler bu konuda. Aynı mahalle çocukları olduklarından dışarı çıkamazlardı. Laf söz ederdi mutaassıp mahalle teyzeleri.  “arkadaşın doğumgünü” ne gidebilmek için aile efradından izin alınan günlerdi.
Derslerin teneffüse yaklaşan dakikaları vuslatın habercisi oluyor, saatten başka hiçbirşeyle ilgilenilmiyordu. Gel zaman git zaman liseden mezun olundu. Gidilen dershaneler, okunmuş kesmeşekerler sponsorluğunda girilen sınavdan beklenen netice çıkmamıştı. Artık daha serbestleşmişler “eşşek kadar” olmuşlardı. Kız şansını bi daha denemek umudu ile test kitaplarının içinde kaybolmaya çalışmış, oğlan ilk seferde başaramayınca küsmüştü kaderine. Çok geçmeden de bir kafede komi olarak işe başladı. Yine böyle bir gün oğlanın izin gününde buluştular. Yılbaşını geçeli iki gün olmuştu ve dükkanlara asılan süsler çekiciliğini yitirmişti.  Erkeğe çalıştığı yerden başka kafede içtiği çay acı gelmiş suratını buruşturmuştu ki kız söze girdi:
-Ee ne olacak şimdi?
-Nasıl ne olacak. Çayı bitirelim kalkarız işte. Dolaşırız biraz falan..
-Onu sormuyorum ya. İlerisi için bir planın yok mu?
-Hee onu diyosun. Var tabi ya. Böyle küçükten başlayıp bende bi kafe açayım diyorum. Çok para var bu işte haa.
-Ohooo sen o kafeyi açana kadar..
-Niye öyle diyosun kızım ya. Tamam asgari ücret alıyorum ama paranın bi kısmını kenara atıyorum. Sigortam da yatıyor zaten. Geçen ay ayın elemanı seçildim yarım maaş ikramiye verdiler seviyolar yani beni.
-Evlenirsek nasıl geçiniriz bu parayla? Asgari ücret yeter mi ki?
Aniden kulağında yankılanan evlilik sözü ile irkilen genç kendini çabucak toparladı. Sağda solda konuşan abilerinin “oğlum aklın varsa evlenme lan” sözleri aklına gelmişti. “Ee sen okumayacakmıydın? Sen sınava hazırlanmıyon mu?” diye sordu. Sonra da kızın konuşmasına fırsat vermeden “ben evlenemem abi” diye gerekçelerini sıraladı. Kız üsteleme girişiminde bulununca da hepten köpürdü. Çevik bir hareketle yerinden kalktı, montunu giyindi. Hesabı masanın üstüne bırakıp çıkacakken kız arkadaşı yapmacık bir üzüntü ile “geçen gün falda çıkmıştı zaten kavga ediceemiz. Nazar var bizde ondan oluyo bu. Gel otur sakin sakin konuşalım.” dedi. Erkek “ya bırak ne konuşucam!” diyerek tüydü kafeden. Paketten bi sigara çıkarttı, sigarayı tersten yakıp ziyan etti.
Yol üstünde omzuna pisleyen kuştan cesaret alıp bi milli piyango bileti aldı. Belki hayatı değişir umuduyla. Şansına amorti çıktı..

21 Şubat 2011 Pazartesi

köpekle pazarlık

küçüktüm. minicik bir ben gelsin gözünüzün önüne. orta karar yaramazlıkla günleri kovalayan bir çocuktum. ananemlerin yanına gidecektik çünkü yaz gelmişti. adapazarı'nın sakin semtlerinden birinde oturan ananemler (ki orada her semt sakindir) vasıtası ile yazlarımın yaklaşık bir ayını orada geçiriyordum. yine bir yaz sabahıydı. güneş bütün heybeti ve nemrutluğu ile tepedeydi. evin en küçüğü olduğumdan dolayı ekmek alma vazifesi bana verildi. oldum olası sevmediğim bu işten halen nefret ettiğimi belirtmeyi bir borç bilirim. uyku sersemliğinden ileri gelen ebleh bir ifade ile sokaklarda cirit atarak bakkala gidiyordum. çok geçmeden bakkala gittim, ekmekleri aldım ve eve doğru yola çıktım. sağa sola bakarak yürürken birden onu gördüm:topak.
mahallenin sarı tüylü bu cazgır köpeğiyle bir türlü anlaşamamıştım. itiraf etmeliyim ki kendisinden deli gibi korkuyordum (gerçi köpekte ebat ,cins farketmez hepsinden tırsarım o ayrı mevzu).sessiz ve sakin mahallede bir o bir de ben vardım. korkuyordum evet çünkü ben bacak kadardım o da süs köpeği olsa bile neticede köpekti. bir süre bakıştık. ben aramızda birşeyler olmayacağını anlayıp durumu ona izah etmeye başlayacaktım ki melanet hayvan havlamaya başladı. kibrit kutusundan bile az olan cesaretim kanat takıp uçmuştu. yine de topağı ikna etmeye çalışıyordum."topaak" dedim. "hav" dedi. "benim ekmekleri eve götürmem gerek bana müsaade etsene" dedim o yine "hav" dedi. ben isteklerimi sunmuştum topak ise netti. "hav dediysem bitti arkadaş" tavırlarındaydı. tam karşıda olan dayımın evine bile gidemiyordum. gözüme o sırada uzanıp giden bir ara sokak takıldı. inceden hareketlerle sokağa girdim. çok geçmeden evime vardım. ben sokağa girerken topağa son bi bakış attım o hiç istifini bozmuyordu. o günü kazasız atlatmıştım. daha sonra bahçelerine kaçan top sebebiyle topak bize bi iki kere daha "hav" dedi. bir daha da onu görmedim. derken birgün kuzenim açılan bir sohbet arasında topağın öldüğünü söyledi. üzüldüm, içlendim. beni bu gerilimli hayata hazırlayan mahluk olan topak artık yoktu. aynı gün yine ekmek almaya gittim. niyeyse ben günün muhtelif saatlerinde çıkıp ekmek alıyordum. karşıma uyuz bi it çıktı. ters bi bakışımla kendisini sindirip yoluma devam ettim. o an çocukluğuma geri döndüm. bir zamanlar topak diye bir köpek vardı ve ben ondan acayip korkardım diye geçirdim içimden. bunların hepsi ortalama iki dakikalık yolda olmuştu. "insanoğlu kısa zamana neleri sığdırıyor bak hele" diyerek kendi kendime bir felsefik konuşma yapmayı denedim, karnım guruldadı vazgeçtim. zaman hakikaten hızlı akıyordu. topak ölmüştü, ben boyuna ekmek almaya gidiyordum ve hala köpeklerden acayip korkuyordum. farkına vardım ki akan zaman sadece birşeyleri aşındırıyor, tamamen yokedemiyordu. çok geçmeden kendime geldim. osurup osurup ipe dizmenin faydası yoktu. topak ölmüştü ve bu yazı çıkmıştı meydana. noktaydı.

18 Şubat 2011 Cuma

ilk insan

apartmanın kapıcısından bile utanan bi adamdı kendileri. sipariş veremez, çöpünü kendi atardı adama ayıp olmasın diye. hayatta adım başı görebileceğiniz silik karakterlerden biriydi. farkındaydı bu durumun ve yavaştan kabulleniyordu. fazla da konuşamazdı. genelde "hı hı" minvalinde yeni doğan nidalarıyla iletişim kurmaya çalışırdı.utanırdı her şeyden.evindeki muhabbet kuşu bile suskundu adamın. canından bezmiş ötmekten vazgeçmişti. elalem eve geldiğinde hayvanın karşısına geçip gün boyu ne herzeler yediğini anlatırken bizimki akşam olduğunda kuş ile uzun uzun bakışırdı.
sosyal hayatı bayiden mizah dergisi almak olan bir organizmaydı. yine sıradan bir günde otobüs durağında beklerken gördü onu. adeta büyülenmiş gibiydi. zaten bu arada elindeki sigarayı nasıl başardıysa düşürmüş ve montunu yakmıştı. peşi sıra gelen iki gün daha görününce hatun kişi artık vaktidir deyip tanışmaya çabaladı. karşısında bir müddet saçmaladıktan sonra (bunu da nasıl başardıysa) bir randevu kopardı. perşembe günü öğleden sonra saat üçte görüşeceklerdi. sevinçten ayakları birbirine vura vura gitti evine. zor etti iki günü. sonunda o gün gelmişti.adam kısmından beklenmeyecek kadar uzun sürdü hazırlığı. bugün önemliydi.zira hoşlandığı kıza açılmayı kafasına koymuştu. iki dirhem bir çekirdek çıktı evden. köşedeki bankadan hesabındaki paranın tamamını da çekti. zengin gösterirdi. köşedeki otobüs durağına doğru hızla yürürken ayağını kaldırım taşına çarptı. yeni boyanan ayakkabısı zedelenmişti. tam okkalı bir küfür ediyordu ki yanından geçen yaşlı teyzenin ayıplamalarına maruz kaldı. teyze onun üzerinden bütün gençliğe sallamış günlük eleştiri kotasını doldurmuştu. kızardı bozardı cebinden bi sigara çıkardı; tam yaktı ki otobüs geldi.
bir fırt alıp söndürdüğü sigara içine oturmuştu. malum, sigaranın altınla yarıştığı şu günlerde bu denli müsrifliğe gerek yoktu. buluşma noktası olan kafeye yirmi dakika erken gelmişti. sıkılmasın diye önce menüye göz gezdirip fiyat incelemesi yaptı.sonra cebinden telefonunu çıkarıp oyun oynamaya başladı. vakit gelmişti ama o yoktu ortalıkta. "işi çıkmıştır" deyip bir çay söyledi. çay bitti, onbeş dakika geçti. gelen giden yoktu. bir on dakika daha bekledikten sonra usulca doğruldu yerinden. aynı otobüse binip evine üç adım mesafedeki durakta indi. kapıyı açtı, salonun ortasında durup ağlamaya başladı. gözüne kafesinde kendi halinde takılan kuş ilişti.ona yaklaştı. "olmadı be.şansıma tüküreyim.ulan bi bok da doğru düzgün gitsin" dedi. kuş;aynayla oynamayı bırakıp adama döndü "cik" dedi. kısa bir sessizlikten sonra "siktir lan.başka birşey bilme zaten." dedi. gitti dolaptan bi şişe bira aldı. açarken elini yaraladı. ona da küfretti. yattı uyudu. ertesi gün yeni sayısı çıkan dergiyi almak için bayiye giderken durakta o kızı gördü. anlık bir bakıştan sonra bizimki kıza "siktir lan" dedi bayiye girdi. üç günde kendini şekilden şekile soktuğunun farkına vardı. eve gitti.bayatlamış yarım ekmeğin arasına tabaktaki son peyniri koydu oturdu dergiyi okurken bi güzel yedi. eski hayatı daha normaldi ve ilk insan olmak bazen muhteşem bir duyguydu.

17 Şubat 2011 Perşembe

tok adam

O akşam buluşup sanki birbirimizi uzun zamandır görmemiş de çok özlemişiz gibi yaptık. Oysa bu buluşmanın aynısı iki gün önce de gerçekleşmişti. İnsanoğlu bu durumlarda çok yalancıydı. Bir süre hiç konuşmadık. Sonra o; “bilmemkimleri de çağıralım mı?” diye sordu. “olur” dedim. Arkadaşlar geldi, onlar da konuşmadan oturmaya başladı. Herkes susup birbirinin yüzüne bakıyordu. Bu sessizliği bozan kız arkadaşım “ of yeter ben sıkıldım. Bu böyle olmayacak” dedi. Ortamda bulunan dört kişiden üçü kesilmeyi bekleyen kurbanlık danalar gibi onun yüzüne bakıyordu. Umut dolu bakışları üzerinde hisseden kız arkadaşım yaptığı cevval çıkışın elinde patladığını farketmişti ama artık çok geçti. Zaten iki dakika sonra da lavaboya tüydü.
Sohbetimiz ise muhteşem bir şekilde devam ediyordu. Herkes konuşmaya üşeniyordu. Çok geçmeden arkadaşlar uzadı yanımızdan. Yine ikimiz kalmış birbirimize bakıyorduk. Bu sırada “ben yapamıyorum” dedi. “neyi” dedim. Sustu. İlişkiyi yürütemediğini ve ayrılmak istediğini söyledi. Önce sessiz kaldım. Sonra ben de tamam dedim. Zaten mal gibi oturmak canıma tak etmişti kalkmayı teklif ettim. Parayı ödedim dışarı çıktık. “ben buradan gideyim.” dedi. Dönüş yollarımızı da ayırmaya hazırlanırken “teşekkür ederim” dedi. “Niçin” diye sordum. “İçeride hesabı ödediğin için” dedi. “Bişey diil” dedim mırıldanarak. Hava daha da soğumuştu. Ellerimi montumun cebine soktum. Usul usul durağa yürüdüm. Kısa bir bekleyişten sonra gelen otobüse binmeye yeltendim. Fakat hevesim kursağımda kalmıştı. Çünkü “bakiyem yetersiz”di. Çaresiz otobüsten indim. Cebimdeki son parayı da otobüs kartına yatırmıştım. Eve gidene kadar başlamıştım vicdan muhasebesine. Hesabı niye ödediğimi bir türlü kendime açıklayamamıştım. Sonra  da düşünmekten vazgeçtim. Yattım uyudum. Ertesi sabah uyandığımda dün aldığım yara cebimde ve midemde bütün şiddetiyle hissediliyordu. Her şeye yeniden başlamanın tam vakti olduğuna kanaat getirdim. Önce zuladaki paramla karnımı doyurdum. Çünkü karnı tok bir adam %75 oranında mutlu bir adam demekti. Bu yüzden erkeğin kalbine giden yol midesinden geçiyordu…