21 Şubat 2011 Pazartesi

köpekle pazarlık

küçüktüm. minicik bir ben gelsin gözünüzün önüne. orta karar yaramazlıkla günleri kovalayan bir çocuktum. ananemlerin yanına gidecektik çünkü yaz gelmişti. adapazarı'nın sakin semtlerinden birinde oturan ananemler (ki orada her semt sakindir) vasıtası ile yazlarımın yaklaşık bir ayını orada geçiriyordum. yine bir yaz sabahıydı. güneş bütün heybeti ve nemrutluğu ile tepedeydi. evin en küçüğü olduğumdan dolayı ekmek alma vazifesi bana verildi. oldum olası sevmediğim bu işten halen nefret ettiğimi belirtmeyi bir borç bilirim. uyku sersemliğinden ileri gelen ebleh bir ifade ile sokaklarda cirit atarak bakkala gidiyordum. çok geçmeden bakkala gittim, ekmekleri aldım ve eve doğru yola çıktım. sağa sola bakarak yürürken birden onu gördüm:topak.
mahallenin sarı tüylü bu cazgır köpeğiyle bir türlü anlaşamamıştım. itiraf etmeliyim ki kendisinden deli gibi korkuyordum (gerçi köpekte ebat ,cins farketmez hepsinden tırsarım o ayrı mevzu).sessiz ve sakin mahallede bir o bir de ben vardım. korkuyordum evet çünkü ben bacak kadardım o da süs köpeği olsa bile neticede köpekti. bir süre bakıştık. ben aramızda birşeyler olmayacağını anlayıp durumu ona izah etmeye başlayacaktım ki melanet hayvan havlamaya başladı. kibrit kutusundan bile az olan cesaretim kanat takıp uçmuştu. yine de topağı ikna etmeye çalışıyordum."topaak" dedim. "hav" dedi. "benim ekmekleri eve götürmem gerek bana müsaade etsene" dedim o yine "hav" dedi. ben isteklerimi sunmuştum topak ise netti. "hav dediysem bitti arkadaş" tavırlarındaydı. tam karşıda olan dayımın evine bile gidemiyordum. gözüme o sırada uzanıp giden bir ara sokak takıldı. inceden hareketlerle sokağa girdim. çok geçmeden evime vardım. ben sokağa girerken topağa son bi bakış attım o hiç istifini bozmuyordu. o günü kazasız atlatmıştım. daha sonra bahçelerine kaçan top sebebiyle topak bize bi iki kere daha "hav" dedi. bir daha da onu görmedim. derken birgün kuzenim açılan bir sohbet arasında topağın öldüğünü söyledi. üzüldüm, içlendim. beni bu gerilimli hayata hazırlayan mahluk olan topak artık yoktu. aynı gün yine ekmek almaya gittim. niyeyse ben günün muhtelif saatlerinde çıkıp ekmek alıyordum. karşıma uyuz bi it çıktı. ters bi bakışımla kendisini sindirip yoluma devam ettim. o an çocukluğuma geri döndüm. bir zamanlar topak diye bir köpek vardı ve ben ondan acayip korkardım diye geçirdim içimden. bunların hepsi ortalama iki dakikalık yolda olmuştu. "insanoğlu kısa zamana neleri sığdırıyor bak hele" diyerek kendi kendime bir felsefik konuşma yapmayı denedim, karnım guruldadı vazgeçtim. zaman hakikaten hızlı akıyordu. topak ölmüştü, ben boyuna ekmek almaya gidiyordum ve hala köpeklerden acayip korkuyordum. farkına vardım ki akan zaman sadece birşeyleri aşındırıyor, tamamen yokedemiyordu. çok geçmeden kendime geldim. osurup osurup ipe dizmenin faydası yoktu. topak ölmüştü ve bu yazı çıkmıştı meydana. noktaydı.

18 Şubat 2011 Cuma

ilk insan

apartmanın kapıcısından bile utanan bi adamdı kendileri. sipariş veremez, çöpünü kendi atardı adama ayıp olmasın diye. hayatta adım başı görebileceğiniz silik karakterlerden biriydi. farkındaydı bu durumun ve yavaştan kabulleniyordu. fazla da konuşamazdı. genelde "hı hı" minvalinde yeni doğan nidalarıyla iletişim kurmaya çalışırdı.utanırdı her şeyden.evindeki muhabbet kuşu bile suskundu adamın. canından bezmiş ötmekten vazgeçmişti. elalem eve geldiğinde hayvanın karşısına geçip gün boyu ne herzeler yediğini anlatırken bizimki akşam olduğunda kuş ile uzun uzun bakışırdı.
sosyal hayatı bayiden mizah dergisi almak olan bir organizmaydı. yine sıradan bir günde otobüs durağında beklerken gördü onu. adeta büyülenmiş gibiydi. zaten bu arada elindeki sigarayı nasıl başardıysa düşürmüş ve montunu yakmıştı. peşi sıra gelen iki gün daha görününce hatun kişi artık vaktidir deyip tanışmaya çabaladı. karşısında bir müddet saçmaladıktan sonra (bunu da nasıl başardıysa) bir randevu kopardı. perşembe günü öğleden sonra saat üçte görüşeceklerdi. sevinçten ayakları birbirine vura vura gitti evine. zor etti iki günü. sonunda o gün gelmişti.adam kısmından beklenmeyecek kadar uzun sürdü hazırlığı. bugün önemliydi.zira hoşlandığı kıza açılmayı kafasına koymuştu. iki dirhem bir çekirdek çıktı evden. köşedeki bankadan hesabındaki paranın tamamını da çekti. zengin gösterirdi. köşedeki otobüs durağına doğru hızla yürürken ayağını kaldırım taşına çarptı. yeni boyanan ayakkabısı zedelenmişti. tam okkalı bir küfür ediyordu ki yanından geçen yaşlı teyzenin ayıplamalarına maruz kaldı. teyze onun üzerinden bütün gençliğe sallamış günlük eleştiri kotasını doldurmuştu. kızardı bozardı cebinden bi sigara çıkardı; tam yaktı ki otobüs geldi.
bir fırt alıp söndürdüğü sigara içine oturmuştu. malum, sigaranın altınla yarıştığı şu günlerde bu denli müsrifliğe gerek yoktu. buluşma noktası olan kafeye yirmi dakika erken gelmişti. sıkılmasın diye önce menüye göz gezdirip fiyat incelemesi yaptı.sonra cebinden telefonunu çıkarıp oyun oynamaya başladı. vakit gelmişti ama o yoktu ortalıkta. "işi çıkmıştır" deyip bir çay söyledi. çay bitti, onbeş dakika geçti. gelen giden yoktu. bir on dakika daha bekledikten sonra usulca doğruldu yerinden. aynı otobüse binip evine üç adım mesafedeki durakta indi. kapıyı açtı, salonun ortasında durup ağlamaya başladı. gözüne kafesinde kendi halinde takılan kuş ilişti.ona yaklaştı. "olmadı be.şansıma tüküreyim.ulan bi bok da doğru düzgün gitsin" dedi. kuş;aynayla oynamayı bırakıp adama döndü "cik" dedi. kısa bir sessizlikten sonra "siktir lan.başka birşey bilme zaten." dedi. gitti dolaptan bi şişe bira aldı. açarken elini yaraladı. ona da küfretti. yattı uyudu. ertesi gün yeni sayısı çıkan dergiyi almak için bayiye giderken durakta o kızı gördü. anlık bir bakıştan sonra bizimki kıza "siktir lan" dedi bayiye girdi. üç günde kendini şekilden şekile soktuğunun farkına vardı. eve gitti.bayatlamış yarım ekmeğin arasına tabaktaki son peyniri koydu oturdu dergiyi okurken bi güzel yedi. eski hayatı daha normaldi ve ilk insan olmak bazen muhteşem bir duyguydu.

17 Şubat 2011 Perşembe

tok adam

O akşam buluşup sanki birbirimizi uzun zamandır görmemiş de çok özlemişiz gibi yaptık. Oysa bu buluşmanın aynısı iki gün önce de gerçekleşmişti. İnsanoğlu bu durumlarda çok yalancıydı. Bir süre hiç konuşmadık. Sonra o; “bilmemkimleri de çağıralım mı?” diye sordu. “olur” dedim. Arkadaşlar geldi, onlar da konuşmadan oturmaya başladı. Herkes susup birbirinin yüzüne bakıyordu. Bu sessizliği bozan kız arkadaşım “ of yeter ben sıkıldım. Bu böyle olmayacak” dedi. Ortamda bulunan dört kişiden üçü kesilmeyi bekleyen kurbanlık danalar gibi onun yüzüne bakıyordu. Umut dolu bakışları üzerinde hisseden kız arkadaşım yaptığı cevval çıkışın elinde patladığını farketmişti ama artık çok geçti. Zaten iki dakika sonra da lavaboya tüydü.
Sohbetimiz ise muhteşem bir şekilde devam ediyordu. Herkes konuşmaya üşeniyordu. Çok geçmeden arkadaşlar uzadı yanımızdan. Yine ikimiz kalmış birbirimize bakıyorduk. Bu sırada “ben yapamıyorum” dedi. “neyi” dedim. Sustu. İlişkiyi yürütemediğini ve ayrılmak istediğini söyledi. Önce sessiz kaldım. Sonra ben de tamam dedim. Zaten mal gibi oturmak canıma tak etmişti kalkmayı teklif ettim. Parayı ödedim dışarı çıktık. “ben buradan gideyim.” dedi. Dönüş yollarımızı da ayırmaya hazırlanırken “teşekkür ederim” dedi. “Niçin” diye sordum. “İçeride hesabı ödediğin için” dedi. “Bişey diil” dedim mırıldanarak. Hava daha da soğumuştu. Ellerimi montumun cebine soktum. Usul usul durağa yürüdüm. Kısa bir bekleyişten sonra gelen otobüse binmeye yeltendim. Fakat hevesim kursağımda kalmıştı. Çünkü “bakiyem yetersiz”di. Çaresiz otobüsten indim. Cebimdeki son parayı da otobüs kartına yatırmıştım. Eve gidene kadar başlamıştım vicdan muhasebesine. Hesabı niye ödediğimi bir türlü kendime açıklayamamıştım. Sonra  da düşünmekten vazgeçtim. Yattım uyudum. Ertesi sabah uyandığımda dün aldığım yara cebimde ve midemde bütün şiddetiyle hissediliyordu. Her şeye yeniden başlamanın tam vakti olduğuna kanaat getirdim. Önce zuladaki paramla karnımı doyurdum. Çünkü karnı tok bir adam %75 oranında mutlu bir adam demekti. Bu yüzden erkeğin kalbine giden yol midesinden geçiyordu…