küçüktüm. minicik bir ben gelsin gözünüzün önüne. orta karar yaramazlıkla günleri kovalayan bir çocuktum. ananemlerin yanına gidecektik çünkü yaz gelmişti. adapazarı'nın sakin semtlerinden birinde oturan ananemler (ki orada her semt sakindir) vasıtası ile yazlarımın yaklaşık bir ayını orada geçiriyordum. yine bir yaz sabahıydı. güneş bütün heybeti ve nemrutluğu ile tepedeydi. evin en küçüğü olduğumdan dolayı ekmek alma vazifesi bana verildi. oldum olası sevmediğim bu işten halen nefret ettiğimi belirtmeyi bir borç bilirim. uyku sersemliğinden ileri gelen ebleh bir ifade ile sokaklarda cirit atarak bakkala gidiyordum. çok geçmeden bakkala gittim, ekmekleri aldım ve eve doğru yola çıktım. sağa sola bakarak yürürken birden onu gördüm:topak.
mahallenin sarı tüylü bu cazgır köpeğiyle bir türlü anlaşamamıştım. itiraf etmeliyim ki kendisinden deli gibi korkuyordum (gerçi köpekte ebat ,cins farketmez hepsinden tırsarım o ayrı mevzu).sessiz ve sakin mahallede bir o bir de ben vardım. korkuyordum evet çünkü ben bacak kadardım o da süs köpeği olsa bile neticede köpekti. bir süre bakıştık. ben aramızda birşeyler olmayacağını anlayıp durumu ona izah etmeye başlayacaktım ki melanet hayvan havlamaya başladı. kibrit kutusundan bile az olan cesaretim kanat takıp uçmuştu. yine de topağı ikna etmeye çalışıyordum."topaak" dedim. "hav" dedi. "benim ekmekleri eve götürmem gerek bana müsaade etsene" dedim o yine "hav" dedi. ben isteklerimi sunmuştum topak ise netti. "hav dediysem bitti arkadaş" tavırlarındaydı. tam karşıda olan dayımın evine bile gidemiyordum. gözüme o sırada uzanıp giden bir ara sokak takıldı. inceden hareketlerle sokağa girdim. çok geçmeden evime vardım. ben sokağa girerken topağa son bi bakış attım o hiç istifini bozmuyordu. o günü kazasız atlatmıştım. daha sonra bahçelerine kaçan top sebebiyle topak bize bi iki kere daha "hav" dedi. bir daha da onu görmedim. derken birgün kuzenim açılan bir sohbet arasında topağın öldüğünü söyledi. üzüldüm, içlendim. beni bu gerilimli hayata hazırlayan mahluk olan topak artık yoktu. aynı gün yine ekmek almaya gittim. niyeyse ben günün muhtelif saatlerinde çıkıp ekmek alıyordum. karşıma uyuz bi it çıktı. ters bi bakışımla kendisini sindirip yoluma devam ettim. o an çocukluğuma geri döndüm. bir zamanlar topak diye bir köpek vardı ve ben ondan acayip korkardım diye geçirdim içimden. bunların hepsi ortalama iki dakikalık yolda olmuştu. "insanoğlu kısa zamana neleri sığdırıyor bak hele" diyerek kendi kendime bir felsefik konuşma yapmayı denedim, karnım guruldadı vazgeçtim. zaman hakikaten hızlı akıyordu. topak ölmüştü, ben boyuna ekmek almaya gidiyordum ve hala köpeklerden acayip korkuyordum. farkına vardım ki akan zaman sadece birşeyleri aşındırıyor, tamamen yokedemiyordu. çok geçmeden kendime geldim. osurup osurup ipe dizmenin faydası yoktu. topak ölmüştü ve bu yazı çıkmıştı meydana. noktaydı.