24 Ocak 2013 Perşembe

düğün fotoğrafçısı


Bangır bangır çalan müzikten şişen kafamı tedavi etmek için kendimi can havliyle dışarı atmıştım. Düğünler böyledir, gürültü eksik olmaz. Dışarıda kız tarafı olduğunu tahmin ettiğim erkek topluluğu; düğünden çok farklı bir konuda “açık oturum” yapmaktaydı. İçtikleri sigaranın dumanı genzimi yakınca çaresiz içeri girdim. İçeride bayat pasta ve berbat limonata çoktan dağıtılmış, garsonlar çöpleri toplama uğraşındaydı. Ben ise takı töreninde epey bir fotoğraf çekmiştim. İrili ufaklı bir sürü hısım akrabayı teker teker çekmek parmaklarımı yormuştu. Ayrıca satmak için büyükleri oynarken (ekseriyetle kasap havasında), veletleri ise pistte sağa sola koştururken çekmem gerekiyordu. Oysa benim içimden hiçbir şey gelmiyordu.

İnsan, hayatında tezatlardan yararlandığı zaman başarıya ulaşır. Ben de düğünlerden nefret ediyordum. Çocukken bile gitmediğim bu organizasyon türü, ileride ekmek kapım olacaktı. İşte tezatlardan hoşlanmayan bünyeme hayatın bir cilvesi daha!

Çaresiz makinayı aldım. Bir iki kıytırık poz çekmiştim. Zaten düğünlerde (en azından böyle düğünlerde) fotoğraf sanattan ziyade bir gerekliliktir. İşin garibi benim fotoğraf satma amacımı anlayan misafirler benden kaçıyor, poz vermemek için türlü şekilllere giriyordu. Umutsuzluğumun son aşamasındaydım. Tekrar dışarı çıktım. O sıkılganlığıma ve yorgunluğuma rağmen merdivenlerde tavşan gibi seke seke bir aşağı bir yukarı dolanıyordum. Dışarıda artık arkadaş olduğum garsona denk geldim. Ortamın samimiyetinden olsa gerek aramızda mesafe kalmamıştı. “Noldu lan büyük sanatçı. Çekemedin dimi kimseyi. Heheheh” dedi. Birden celallendim ve “Ne alakası var lan istediğimi çekerim ben. Bu benim mesleğim oğlum” dedim. Beni sallamayan bir tavırla sigarasından son fırt alan garson “Sen bugün on tane fotoğraf sat, bende g.tümle deve izi yaparım” dedi. Son dediği lafa takılan dimağım, ilk dediklerini silip atmıştı. Bir koşu merdivenleri çıkarak tekrar salona girdim. Gözü dönmüş bir timsah gibi önüme gelenin fotoğrafını çekmeye çalışırken onu gördüm. Gelinden daha güzeldi. Saçlarını özenle yaptırmış, turuncu bir elbise giymişti. Sanırım aşık oluyordum. O anda çalan “komparsita” dan cesaret alarak yanına yaklaştım ve “Dans..” diyecekken arkamdan abisi olacak denyo geldi. “Ne dansıymış bu?” diye sorunca cevabını vermeden uzadım oradan. Aklım kızda kalmıştı. Çaktırmadan bir iki pozunu yakaladım. Şansıma düğünün son dakikalarına denk gelen bu hadise yüreğimde yara olarak kalacaktı. Davetliler kalkıp giderken bir kere daha gördüm onu, yüzüme gülümsedi; içim eridi.

Kalabalık dağıldı, çaktırmadan kaçayım derken o şabalak garsona yakalandım. O akşam sekiz fotoğraf satmıştım (biri zorla), onu haklı çıkarmıştım. Ama umurumda değildi. Çünkü o akşam çekebileceğim en güzel fotoğrafı çekmiştim ve satmama gerek yoktu. Sanırım mutluydum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder