Bangır bangır çalan müzikten şişen kafamı tedavi etmek için
kendimi can havliyle dışarı atmıştım. Düğünler böyledir, gürültü eksik olmaz.
Dışarıda kız tarafı olduğunu tahmin ettiğim erkek topluluğu; düğünden çok
farklı bir konuda “açık oturum” yapmaktaydı. İçtikleri sigaranın dumanı genzimi
yakınca çaresiz içeri girdim. İçeride bayat pasta ve berbat limonata çoktan
dağıtılmış, garsonlar çöpleri toplama uğraşındaydı. Ben ise takı töreninde epey
bir fotoğraf çekmiştim. İrili ufaklı bir sürü hısım akrabayı teker teker çekmek
parmaklarımı yormuştu. Ayrıca satmak için büyükleri oynarken (ekseriyetle kasap
havasında), veletleri ise pistte sağa sola koştururken çekmem gerekiyordu. Oysa
benim içimden hiçbir şey gelmiyordu.
İnsan, hayatında tezatlardan yararlandığı zaman başarıya
ulaşır. Ben de düğünlerden nefret ediyordum. Çocukken bile gitmediğim bu
organizasyon türü, ileride ekmek kapım olacaktı. İşte tezatlardan hoşlanmayan
bünyeme hayatın bir cilvesi daha!
Çaresiz makinayı aldım. Bir iki kıytırık poz çekmiştim.
Zaten düğünlerde (en azından böyle düğünlerde) fotoğraf sanattan ziyade bir
gerekliliktir. İşin garibi benim fotoğraf satma amacımı anlayan misafirler
benden kaçıyor, poz vermemek için türlü şekilllere giriyordu. Umutsuzluğumun
son aşamasındaydım. Tekrar dışarı çıktım. O sıkılganlığıma ve yorgunluğuma
rağmen merdivenlerde tavşan gibi seke seke bir aşağı bir yukarı dolanıyordum.
Dışarıda artık arkadaş olduğum garsona denk geldim. Ortamın samimiyetinden olsa
gerek aramızda mesafe kalmamıştı. “Noldu lan büyük sanatçı. Çekemedin dimi
kimseyi. Heheheh” dedi. Birden celallendim ve “Ne alakası var lan istediğimi
çekerim ben. Bu benim mesleğim oğlum” dedim. Beni sallamayan bir tavırla sigarasından
son fırt alan garson “Sen bugün on tane fotoğraf sat, bende g.tümle deve izi
yaparım” dedi. Son dediği lafa takılan dimağım, ilk dediklerini silip atmıştı. Bir
koşu merdivenleri çıkarak tekrar salona girdim. Gözü dönmüş bir timsah gibi
önüme gelenin fotoğrafını çekmeye çalışırken onu gördüm. Gelinden daha güzeldi.
Saçlarını özenle yaptırmış, turuncu bir elbise giymişti. Sanırım aşık
oluyordum. O anda çalan “komparsita” dan cesaret alarak yanına yaklaştım ve
“Dans..” diyecekken arkamdan abisi olacak denyo geldi. “Ne dansıymış bu?” diye
sorunca cevabını vermeden uzadım oradan. Aklım kızda kalmıştı. Çaktırmadan bir
iki pozunu yakaladım. Şansıma düğünün son dakikalarına denk gelen bu hadise
yüreğimde yara olarak kalacaktı. Davetliler kalkıp giderken bir kere daha
gördüm onu, yüzüme gülümsedi; içim eridi.
Kalabalık dağıldı, çaktırmadan kaçayım derken o şabalak
garsona yakalandım. O akşam sekiz fotoğraf satmıştım (biri zorla), onu haklı
çıkarmıştım. Ama umurumda değildi. Çünkü o akşam çekebileceğim en güzel fotoğrafı
çekmiştim ve satmama gerek yoktu. Sanırım mutluydum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder